2 Şubat 2020 Pazar

Evliya Çelebi Cadıların Savaşı’nı gördü mü?



Evliya Çelebi Cadıların Savaşı’nı gördü mü?


Bu konuda Evliya Çelebi yazıtlarında üç farklı olaydan bahsetmektedir.


Kan Emen Zombiler, Bulgar Kadın Büyücü ve Tatar Büyüsü Olayları.



Evliya Çelebi Hicri 1076 Şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olduğunu yazmış.Zifiri karalık bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Evliya civardaki Çerkezlere sorup, “Vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur, Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar” cevabını alır.
 


70-80 bin kişiyle dışarı çıkan Evliya Çelebi büyük ağaçlar, küpler tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu yerler içerisinde görür. 6 saat süren bu çatışmada büyük bir gürültü duyulur ve gökten havadan keçe, sırık, küp, tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri at, insan ve hayvan uzuvları yağar. 7 Abaza Cadısı ve 7 Çerkez Cadısı yere düşünce Çerkez Cadıları hemen 2 Abaza Cadısı’nın kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe atar. Horozların ötmesiyle son bulan savaşın ardından diğer cadılar da gider. Evliya Çelebi böyle hikayelerin gerçek dışı olduğunu fakat kendisinin bunu görüp yaşadığını ve hayrete düştüğünü belirtir.



Karakancolos Geceleri’nde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadıları da yazan Evliya Çelebi bazı gecelerde cadıların musallat olduğu kişinin kanını içip hasta ettiğini anlattı. Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre; kanı içilen insanın kimsesi yoksa o kişi yatağa düşüyor ve ardından ölüyor. Eğer kanı içilen insanın yakınları varsa bir cadıcı ile mezarlıkları dolaşıp cadının çıktığı toprağı eşilmiş mezarı bulup orada kanı içen cadının leşi bulunuyor. Hemen ardından cadı mezardan çıkarılarak göbeğine böğürtlenin kazığı çakılır. Ardından cadının ölüsü yakılır. Böylece cadının sihri yok olurken kanı emilen kişi de şifa bulur.


Evliya Çelebi Osmanlı Döneminde ‘yaşayan insan kanı içen cadılar’ olarak tanımladığı vampirleri de şöyle anlatmış: Bu cadılar (vampirler) halkın arasında gezer ama kimliğini ortaya çıkarmazlar. Zamanı gelip kudurunca tuttuğu birinin kulağının arkasından kanını emer… Kanı emilen kişi gün be gün hasta olur. ‘Cadı Üstadı’ bulunup, gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş olan o cadı aranır ve yakalanınca zincire vurulur. 3 gün 3 gece zincire vurulan cadı, yaptığı işi ve cadı olduğunu itiraf edince onun da göbeğine böğürtlen çubuğu sokulur. Cadıdan çıkan kan, kanı emilen kişinin yüzüne sürüldüğünde kişi şifa bulur. Cadının leşi hemen yakılır. Bu cadılık derdi vebadan daha kötüdür. Genellikle Moskof, Leh, Çek taraflarında yaygındır.



Evliya Çelebi’nin Osmanlı Dönemi’nde Rumeli denilen günümüzde Bulgaristan’ın Çalıkkavak köyünde Müslüman olmayan bir ailenin evinde konaklamakta olduğu sırada yazdığı anıları ise diğerleri kadar tüyler ürpertiyor. İşte Evliya Çelebi’nin yaşadıkları: Ateş karşısında istirahat ederken, kapıdan saçı başı dağınık, çirkin yüzlü, yaşlı bir kadın girer. Ateşin başında oturan kadın kendi lisanında küfürler etmeye başlar.


Evliya, önce dışarıdaki adamlarının kadını kızdırmış olabileceğini düşünür ve çağırtıp sual ettiğinde, “Haşa bir şeyden haberimiz yoktur” cevabını alır.Sonra bu acuzenin etrafına kızlı erkekli 7 çocuk gelip onlar dahi ateşin etrafını saralar ve hep birlikte “çağıl” “çağıl” Bulgarca konuşmaya başlarlar. Evliya ise “ne garip temaşadır” diyerek bunları seyre koyulur. Uykuya dalan Evliya Çelebi gece yarısı gürültüyle uykusundan uyanır ve karşısında cadının ocaktan bir avuç kül alıp kendi cinsel organına sürdüğünü görür. Ardından cadı 7 çocuğuna kül püskürterek onları iri piliçlere döndürür. Sonra kendi başına da külü döker ve o da büyük bir tavuk olur. O an evliya, “Bre oğlan” diye feryat ettiğinde, adamları hemen koşup gelirler ve burnundan kan boşladığını görürler. Evliya ise onlara, “bu ne haldir bre, dışarı çıkın bakın hele bir kütürtdür kopuyor” der. Dışarı çıkan adamlar tavuğa dönmüş cadıların atların arasında gezdiğini atların da çıldırdığını görürler.


Bundan sonrasını Evliya'nın adamı şöyle anlattır; “Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş. Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos' eyledi.


Evliya anlatısına şöyle devam eder. Bu olay üzerine adamlarım yemin verdiler. Antepli Müezzin Mehmet Efendi ve adamları, Mataracıbaşı ve adamları hepsi bu olayı görüp tavuğun insan olduğuna şahit oldular' dediler.O gece sabaha kadar korkumdan veya kanımın hareketinden burnumun kanı dinmedi. Ta vakit sabah olduğunda kandan kurtuldum. Sonra müezzin ve mataracının adamlarını çağırıp sordum Vallahi akşam tavukların üzerine o Bulgar kefere işeyince tavuklar adam oldu. İsterseniz işeyen herifi getirelim. dediler. Ben de ‘Canım, haydi getirin.' dedim.Gelen Bulgar gülerek; ‘Sultanım, o karı başka soydur, yılda bir kere kış geceleri öyle karakoncolos olurdu ama bu yıl tavuk oldu, kimseye zararı yoktur.' deyip gitti. İşte bu hakir mezkûr Çalıkkavak'ta böyle bir temaşaya şahadet edip aklım başımdan gide yazdı ve Çalıkkavak balkanı'nın hâl-i ahvâl-i pûr-melâli böyledir, Hudâ hıfz ide” diyerek anlatıyı noktalar.



Tatar vilayetinden İstanbul’a dönmekte olan Evliya Çelebi yaşadıklarını da şöyle anlatmış: Yolda, artık çarşı, pazar, dükkân ve hamamları kalmamış bir zamanların virane şehrinden geçerken Evliya “zaman-i kadimde bu vilayetler âbâd idi, ammâ şimdi harab olup akçe ve pul ve bâğ u bâğçe ve çârsû-yı bazar ve hân u hammâm ve dahi kilise dahi kalmamıştır. Ahali ise ne kâfirdir ne müselmân.” dedi.


Dedikten sonra, “Bu kalelerin bazıları zamanında değerli mücevherlerle süslenerek yapılmışlarsa da Tatar eline girdikten sonra sual ne lâzım, cevâhir mi kalır? ” diye serzenişte bulunur. İstanbul yolunda Azak'tan doğru ilerleyip Kuban nehrini geçmek zorundadırlar. Gemi olmadığından nehrin kenarına varıp çadır kurmak isterler, fakat soğuktan donmuş toprağa çadır kazıklarının girmesi bile mümkün olmaz.
https://historytexts.blogspot.com/


Ardından bir köse Kalmuk Tatarı çıka geldi ve Paşa'ya: “Paşa bana zararının dokunmayacağına yemin ver” dedi. Paşa da Kuran'a el vurup yemi etti. Bunun üzerine Kalmuk: ‘Sultanım, sizin başınıza rüzgârı, kızıl kıyameti koparan, bu kadar arabaları, çadırları yere vuran bendim ki marifetimi size izâr edeyim istedim. İmdi, eğer bu nehri aşmak niyetindeyseniz, bana bir at, bir kürk ve yüz kuruş verin. Yine kızıl kıyamet koparıp ve bu suyu dondurup, buz hâline koyayım. Cümleniz selametle karşıya geçip, maksadınıza nail olasız” dedi.


Mehmet Paşa, ‘Bre medet, öyle olsun hadi!' deyip, Kalmuk'un istedikleri verdirtti. Kalmuk, atını alıp, bir tarafa bağladı ve orman içine doğru yürüdü.Evliya Çelebi Kalmuk'un yaptıklarını gizlendiği yerden hayretle izliyordu. Kalmuk Tatarı bir ağacın dibinde def-i hacet edip kıçını yukarı çevirip kar üstünde taklalar atarak bir takım hareketler yaptı. Sonra ellerini yere koyup ayaklarını havaya kaldırıp, necasetini alnına sürerek bir müddet bu şekilde durdu.Birden doğu, batı ve kuzey taraflarından kara bulutlar toplaşıp, gök gürlemesi ve şimşek ile bir büyük rüzgâr koptu. Kalmuk Büyücüsü, necasetinin etrafında üç dört defa dönüp, eliyle parçalar alıp havaya savurdukça yıldırımlar çakıp kıyametler kopar oldu.



Bu sırada askerler, Paşa'nın emriyle toplaşıp buz kesen nehirden karşıya geçmeye başlamışlardı. Fakat Dîvân efendisi ve mutaassıp birkaç zât ise sihir tesiriyle oluşan bu buzdan geçmeye reddetmişlerdi. Paşanın, geçmelerini emretmesiyle yine de Felak, Nas sureleri ve esmâü'l-hüsnâları okuyarak geçmeye koyuldular. Ancak okudukları dualar sihri bozduğundan buz delindi ve bir kısmı suya düşüp boğuldu.Bu sırada hızla koşup gelen Kalmuk'lu büyücü ise sihrini bozdukları için başındaki kalpağını yere vurup feryat ü figan bağırarak Paşa'ya ve buz üstündekilere “Arapça” okumadan hızlı hızlı geçmelerini tembih etti.

Bu bölümde yazılanların hepsi alıntı olup evliya çelebi yazıtları yanı sıra çeşitli alıntılara dayanmaktadır. 


 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız en kısa süre içerisinde değerlendirilecektir. Hakaret içeren tüm içerikler '' Bilişim Suçları ve Yeni Türk Ceza Kanunu '' kapsamında ilgili mercilere bildirilecektir.

Music Player