25 Şubat 2020 Salı

Subliminal mesajlar ve Simpsons kehanetleri

https://historytexts.blogspot.com



Subliminal mesajlar ve Simpsons kehanetleri

Subliminal sözlükte "Psik, bilinçaltı, bilinçdışı, bilinçaltı ile algılanan" anlamına gelmektedir.

Subliminal mesaj; Bilinçaltı mesajı olarak tanımlanır. Reklamcılıkta kullanılan bir yöntem olan subliminal mesaj başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır ve normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.

Subliminal mesajlar reklamlarda sıkça kullanılır fakat insanlar bunu farketmezler bazılarına teknik açıyla bakılması bile gerekebilir. Subliminal mesajların insanın bilinçaltını etkiledikleri ileri sürülmektedir.


SUBLİMİNAL MESAJ HANGİ ALANLARDA KULLANILIR?

Marka ve ürünlerin pazarlamasından toplumun ilgi , ihtiyaç ve algısını değiştirmeye kadar birçok konuda kullanılmaktadır. Bir kişiyi kurumu ya da ürünü kötü göstermek için o şey ile kötü olan bir nesnenin aynı temada işlenmesi subliminal mesajın en yaygın kullanılma şeklidir.

SUBLİMİNAL MESAJLARIN KANUN İLE YASAKLANMASI

15 Şubat 2011 tarihinde kabul edilen 6112 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun'un 9.maddesinin 2.fıkrası gereği Türkiye'de "Ticari iletişimde bilinçaltı teknikleri kullanılamaz."

BİLİNÇ ALTINI ETKİLEME YOLLARI

1. Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yollar,

2. Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla bilinçaltına itilen 25. kareler,

3. Reklam afişleri, logoları ve benzeri nitelikteki görsel malzemenin içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlar.


SUBLİMİNAL ALGININ TARİHÇESİ

Tarihçe oldukça eskilere dayanmaktadır. Eski Mısır, ve Mezopotamya kültüründe çagında da ele alınmıs olabileceği tahminleri mevcuttur. Ancak Antik Yunan'da Demokritos'un (M.Ö. 460-370), bilinçaltı algılama olgusundan söz eden ilk kisi olabileceği öne sürülmüştür.

Platon Timaeus, Aristotle "Parva Naturalia" isimli kitaplarında konuyu daha ayrıntılı ele alarak islemistir. Aristotles 2200 yıl önce uyanıkken algılanamayacak uyarıların, uyurken rüyalarda kendini gösterecegini ileri sürmektedir.

Farabi ve İbni Sina ise "Gündüz vakti olan ve aynı zamanda gündüzleri daha fazla uyarı olduğu için bilinçli olarak algılanamayan uyarıların, daha sonra algılandıgını gösteren bazı ipuçları olabileceğini" belirtmişlerdir.

Montaigne ve G. W. Leibniz de çok az algılanan veya hiç algılanamayan uyarıların daha sonra bilinç düzeyine nasıl çıktıklarını araştırmışlardır.

20. yy başında yapılan ilk psikoloji deneyleri bu konuya modern zamanlarda ilgiyi oluşturmuştur. Bu çalışmalarda kişilere basitçe verilen uyarının farkında olup olmadığı sorulmuştur.

Örneğin harfler, sayılar ya da geometrik şekiller gibi vizüel uyaranlar deneklerin göremeyeceği ya da bir nokta gibi görebileceği uzaklığa konmuş; birdenbire konup/kaldırılan görüntüler ve görüp görmedikleri sorulmuş; benzer şekilde oldukça düşük, duyulamayacak şiddette harfler fısıldanmış ancak tüm bu görsel ve işitsel uyaranların algılanabilir olduğunu sınamak için deneklerden uyarılara ilişkin tahminlerde bulunmaları istenmiş, istatistiki analizler ışığında doğruyu bilme oranının tahmin şansından daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır.


25. KARE TEKNİĞİ

Sinemada kullanılan bir bilinçaltı tekniği de 25. kare tekniğidir. Gördüğümüz anlık bir görüntü 655 satır ve frame denilen 24 küçücük kareden oluşuyor. Her 24 kare ise bu sinemada 25'dir. Bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de "control-track" denilen aralık vardır. İşte bu aralıktan görüntüler kesilip aralarına başka görüntüler atılıyor.

Bilinçaltı, dinamik anlamda ise, bilinçaltı, sansür mekanizmasının engeli dolayısıyla bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir.


SUBLİMİNAL ALGI


Herhangi bir ögenin içine gizlenerek/duyu organlarının algı eşiğinin altında kalarak bilinçaltı algılanan algıya verilen isimdir.

Subliminal algı, farkındalık için eşik ya da eşik altında olan uyarıların düşünceleri, duyguları ya da eylemleri bilinçaltı olarak etkilemesi için kullanılan bir ifadedir.17 Aralık’tan bu yana yayınlanan ünlü animasyon dizisi The Simpsons yine geleceği tahmin etmesiyle gündeme oturdu. 2017’de yayınladığı bir bölümde Kobe Bryant’ın helikopter kazasına; 1993 yılında yayınlandığı iddia edilen bir bölümünde de koronavirüse yer verdiği iddia edilen görüntüler sosyal medyada gündem oldu.

İlk bölümü 17 Aralık 1989 yılında yayınlanan ABD menşeili çizgi dizi The Simpsons’ın 1993 yılında çekildiği iddia edilen bir bölümünde, son günlerde dünyayı sarsan koronavirüse ait izler olduğu ortaya çıktı. Söz konusu bölümde Simpsons ailesine Çin’den bir kargo paketi geliyor ve paketin sonucunda ABD’ye bir salgın hastalık yayılıyor.

Ayrıca Kobe’nin takım arkadaşlarıyla ilişkisi kötü olduğu için antrenmanlara helikopterle gittiği söylentilerinin çıktığı dizide bunun bir şakası yapıldı. The Simpsons’ın 2017 yılında yayınlanan bölümünde Kobe, hayatını kaybediyor. Amerika’da yaşanan ve dünyayı etkileyen 11 Eylül saldırıları, ebola virüsü gibi birçok kehanette bulunan dizide yaşanacak olaylar komedi unsuru olarak anlatılıyor.


Matt Groening tarafından yaratılan The Simpsons, dünya televizyon tarihinin en uzun soluklu dizilerinden biri olma özelliğini taşıyor.

GELECEĞİ TAHMİN ETMESİYLE BİLİNİYOR

1989 yılında yayımlanmaya başladığı andan itibaren televizyon animasyonlarının seyrini değiştirdi, birçok yapıma esin kaynağı oldu. Simpsons dizisinin en meşhur olduğu alanlardan biri de geleceği tahmin etmesi.

11 Eylül saldırıları, Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesi gibi global olayları daha önce bilen The Simpsons’ın Çin’den dünyaya yayılan koronavirüsü de kehanetleri arasında bulundurduğu ortaya çıktı.

ÇİN’DEN ABD’YE GELEN BİR PAKET

Takvim yaprakları 1993 yılını gösterdiğinde yayınlanan bir The Simpsons bölümünde Çin’den, Springfield’a yani The Simpson’ta olayların geçtiği şehre bir paket gelir.

Tabi bu pakete Çinli kargo görevlileri bir virüs bulaştırır. Kutu Homer Simpson adına gönderilmiştir. Haliyle Homer Simpson kutuyu açar ve sonrasında olanlar olur. Çin’den gelen virüs çoktan Homer Simpson’ı etkisi altına almıştır. Tabi Çin’den tek bir kutu gelmez. Dizideki pek çok karaktere Çin’den virüslü kutu gelir ve birden şehri etkisi altına alır. Peşi sıra ölümler yaşanacaktır.

SOSYAL MEDYADA GÜNDEM OLDU

Öte yandan The Simpsons’ın bir kehaneti daha gerçekleştirmesi sosyal medyada gündem oldu. Birçok sosyal medya kullanıcısı ünlü çizgi dizinin kehanetiyle ilgili mesajlarını paylaştı.
The Simpsons’ın Kobe Bryant kehaneti de tuttu:
BBC'nin Newsbeat radyo programı ekibine konuşan dizinin yazarları bu durumun, birçok kişinin tahmin ettiğinin aksine komplo teorileriyle ilişkilendirilemeyeceğini, dizide birçok konuda geleceğe dair tahminler yürütüldüğü için bunların gerçekleşmesi ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor.
Dizinin diğer bir yazarı olan Stephanie Gillis ise, "Bir bakıma 10 ay öncesinden yazan gelecekbilimcileriz, o yüzden bir sonraki adımda ne olacağını tahmin etmeye çalışıyoruz" diyor.


Al Jean, Trump ile ilgili bölümü nasıl yazdıklarına dair, "2000 yılında hangi komik ünlü başkan olabilir diye düşünüyorduk. Trump'ın bir gün başkan adayı olacağına dair sözlerini dikkate alarak senaryoyu yazdık" dedi.
Bazı komplo teorisi yazarları, Simpson ailesinin New York'a gittikleri bölüm üzerinden dizinin 11 Eylül 2001'de İkiz Kuleler saldırılarının gerçekleşeceğini bildiğini iddia ediyordu.
Al Jean, bu iddianın kaynağını da şöyle açıklıyor: "New York'ta bir rehber alıyorlar, üzerinde 9 dolar ve İkiz Kuleler'in olduğu bir kapak var; 9/11 gibi gözüktüğü için böyle düşündüler ama bu tamamen bir tesadüftü."

30. yılında The Simpsons kehanetleri

ABD'nin en uzun soluklu dizisi Simpsonlar'ın 30. yılını kutluyor. Donald Trump başkan seçileceğini bilmesi gibi dizide geçen bazı olayların gerçek olması seriyi özellikle komplo teorisyenlerinin çok sık kullandığı bir argüman haline getirmiş durumda. İşte The Simpsons'ın doğru çıkan ve çıkacağı konuşulan tahminler...

Trump'ın Başkan Seçilmesi

The Simpsons bölümlerinin gerçek çıkması hakkında yanlış bilinen bazı durumlar ve manipüle edilen şeyler var ancak şu bir gerçek ki bundan yıllar yıllar önce Simpsons'ın bir bölümünde Trump'ın başkanlığından söz ediliyor.

Yeni başkan Lisa Simpson, "Sizin de bildiğiniz gibi, Başkan Trump'tan bize oldukça yüklü bir bütçe çatlağı miras kaldı" diyor ve kendisinden önce Trump'ın başkan olduğunu söylüyor. Bu bölüm, 2000 yılında yayınlanan Bart to Future bölümünden. (Bart'ın geleceğe dönüşü)

Bu kehanete göre Trump'tan sonra Amerika'nı başkanı bir kadın olacak. Trump'ın zaten bir kadın adayla yarışıp başkan olduğunu düşünürsek, bu teorinin gerçekleşme ihtimali de oldukça yüksek gibi görünüyor.


Serinin Lady Gaga'nın Super Bowl'daki şovunu beş yıl öncesinden tahmin ettiği de ortaya çıkmıştı.

Son olarak dizide geçip yakın zamanda gerçek olan başka bir şey ise Walt Disney'in 20th Century Fox'u satın alması.

Dizinin 8 Kasım 1998'de yayınlanan bölümünde 20th Century Fox tabelasının altında 'Walt Disney Co'nun bir bölümü' yazısı görülüyor.

11 Eylül Saldırıları

Çizgi filmin 1997 yılında yayınlanan bir bölümünde Lisa'nın elindeki derginin kapağında 9 -11 yazdığı düşünülüyor. Ayrıca 11'i ikiz kulelerin oluşturması da 11 eylül saldırıları hakkındaki komplo teorilerini güçlendiriyor.

1993'teki bir bölümde ise duvardaki tabloda ikiz kulelere benzer bir yapının dumanlar altında olduğu görülüyor.

Akıllı telefonlar henüz icat edilmemişken, The Simpsons'ın 1994 yılında yayınlanan Lisa on Ice bölümünde dokunmatik telefon görülüyor. Logoya dikkat ettiniz mi?

1995 yılında yayınlanan 6. sezon 5. bölümde ise akıllı saat görülüyor. Apple'ın sıkı bir Simpsons fanı olduğunu söylersek yanılmış olmayız herhalde.

Ayrıca, Star Wars'ın yeni filmlerinin çekileceğini de bilmişti.

The Simpsons serisinde geçen ve önümüzdeki günlerde olması konuşulan diğer kehanetler...

Aç gözlü şirketler çevresel bir faciaya sebep olacak ve kirletilmiş alandan korunmak için bir kubbe kurulacak.


The Simpsons serisinde geçen ve önümüzdeki günlerde olması konuşulan diğer kehanetler...

Aç gözlü şirketler çevresel bir faciaya sebep olacak ve kirletilmiş alandan korunmak için bir kubbe kurulacak.

Angelina Jolie ve Brad Pitt kötü bir boşanma sonrası stresten kilo alacaklar.

Trump'tan sonra Amerika'nı başkanı bir kadın olacak.

Facebook'un algoritması sahte haberleri işaretlemeye başlayacak aynı zamanda gizli alayı da saptayabilecek böylece insanların kafası karışmayacak.



The Simpsons serisinde geçen ilginç Kahramanmaraş detayı...
Elazığ depreminin ardından The Simpsons’un eski bölümlerinden bir kesit ortaya çıktı. Senaryoya göre, gemide bulunan kaptan Kahramanmaraş’a yardım götürdüğünü söylüyor. Sosyal medyada gündem olan bu sahnede Kahramanmaraş’ın neden kullanıldığı ise merak ediliyor. 




Michel de Nostradame - Nostradamus'un 2020 kehanetleri

https://historytexts.blogspot.com

Baba Vanga gibi yakından takip edilen ve tüm dünyanın söylediklerine göre önlem alınmaya çalıştığı kahinlerden biri Nostradamus. Mezar taşında dahi "Burada bütün ölümlülerden farklı olarak, yıldızların etkisiyle geleceği gören kalemiyle olayları kaydetmeye layık bulunmuş meşhur Michel Nostradamus yatıyor." yazan Nostradamus'un kehanetleri ne kadar güvenilir tartışılır ama her yıl büyük bir ilgi çektiği, yadsınamaz bir gerçek. 2019 yılı ve öncesinde de olduğu gibi, yeni yıla kısa bir süre kalan Nostradamus'un gelecek yıl kehanetleri ortaya çıkmaya başladı. Ve Nostradamus'un 2020 kehanetleri pek iç açıcı değil. Kehanetlerinde net bir şekilde Donald Trump, Vladimir Putin ve Çin'i hedef gösteren ünlü kahin Türkiye için de korkunç bir kehaneti bırakıp gitti. İşte başta Nostradamus'un 2020 kehanetleri olmak üzere, ünlü kahinin gerçekleşmiş kehanetleri.

Ne Baba Vanga, ne Shipton Ana ne de bir başkası... Hiç kuşkusuz dünyanın en ünlü kahini Nostradamus... Kehanetlerinin yanı sıra bilim çalışmalarıyla da tanınan Nostradamus, insanlığın her yılı için pek çok kehaneti geride bıraktı.

'Yarın sabaha ölmüş olacağım.' dedikten sonra hayatını kaybeden Nostradamus'un 2020 kehanetleri ortaya çıkmaya başladı.

Nostradamus, (gerçek ismi Michel de Nostradame) Fransız bir fizyolog ve bir kahindir. Farklı kaynaklara göre doğum tarihi değişmekle birlikte, 1503-1566 arasında yaşadığı bilinmekte. Nostradamus kehanetleri ve yazdığı Les Propheties isimli eseriyle tanınmakta.

Nostradamus neden güvenilir değil?

Akademisyenler kendisinin yazdığı kehanetlerin bir doğaüstü güçten kaynaklanmadığını, tamamen yanlış çeviri ve yanlış bilgi verme odaklı yorumlandığını iddia ediyor. Yine de Nostradamus kehanetleri her yıl büyük ilgi çekiyor. 

Ama sizleri yine de Nostradamus'un 2020 kehanetleri ile başbaşa bırakıyoruz.

NOSTRADAMUS'UN 2020 KEHANETLERİ


-Dünyaya büyük bir gök cismi çarpacak ve büyük bir felaket gerçekleşecek.

-Nükleer felaket veya terör gezegeni harap edecek.

-Vezüv Yanardağı'nda büyük patlamalar meydana gelecek. Zemin her 5 saniyede 1 sarsılacak ve 6 bin kişi yaşamını yitirecek. 

-3.Dünya Savaşı açısındna kritik bir yıl olacak. Savaş Avrupa'da baş gösterecek. Tüm dünyaya yayılacak ve tam 27 yıl sürecek.

-Amerika Birleşik Devletleri'nin batısında büyük bir deprem olacak ve bu deprem küresel çapta büyük felaketlere neden olacak.

-(ABD olduğu düşünülen) Bir ülkede düzen bozulacak ve geleceğin öngörülemediği bir aşamaya gelinecek.

-Katolik Kilisesi'nin lideri ölecek.

-Terör, 2020 yılının en büyük sorunu olacak.

-Küresel ısınma büyük silahlı çatışmalara neden olacak.

-Bir stratejik hamle ile Çin, dünyanın yeni süper gücü olacak. 

-İtalya kaynaklı nedenlerle, Avrupa büyük bir krizin eşiğine gelecek.

-Latin Amerika'da radikal pek çok farklı açıdan büyük değişiklikler yaşanacak.

-Tıpta yaşanan gelişmeler ile insan ömrü 200 yıla kadar uzayacak. 

-İnsanlar hayvanlarla konuşabilecek.

-Çocuk sahibi olmak isteyenler, hükümetlerinden yasal izin almak zorunda kalacak.

-Dil farkları ortadan kalkacak.

-Kuzey Kore ve Güney Kore birleşecek. 

-Güneş enerji panellerinin kullanımı yayılacak.

-Uzay turizmi başlayacak.

-UFO'lar insanlığa daha çok yakınlaşacak.

-Hava kirliliği giderecek artacak. 

-Rusya ve Ukrayna arasında sürtüşmeler sona erecek.

-Orta Doğu ülkeleri bombalarla yıkılacak.

-Yunanistan, Hırvatistan, Portekiz, İspanya, Hollanda, Almanya ve Fransa'da orman yangınları baş gösterecek.

-Avrupa ve Amerika göçmen krizi ile yüzyüze gelecek. 

-Türkiye'de 7 veya 7.4 büyüklüğünde bir deprem meydana gelecek.

-Birleşik Krallık'ta Kraliçe Elizabeth ölecek ve yerine bir kral tahta oturacak.

-Putin ve Donald Trump için hayli zor bir yıl olacak. Putin'e bir suikast girişiminde bulunulacak. Güvenlik ekibi sayesinde kurtulacak. Donald Trump gizemli bir hastalığa yakalanacak. Ailesi ile bir trafik kazasına kurban gidecek. 

2 Temmuz 1566'da hayatını kaybetti. Hitler'in yükselişini ve 11 Eylül saldırıları gibi çok sayıda önemli gelişmeyi doğru tahmin ettiği söylenen Nostradamus'un geleceğe dair öngörüleri merakla takip ediliyor.

Nostradamus'un gerçekleşen kehanetleri 

Ölümünün yıl dönümünde Nostradamus'un kehanetlerini sizler için derledik.

2. Henry'nin at üzerinde dövüşürken bir kaza sonucu ölmesi

"Genç aslan yaşlı olana üstün gelecek

Hem de savaş alanındaki tek bir çarpışmada

Altın bir kafesin içinden gözlerini çıkartacak

İki yara bir olacak ve o zalimce bir ölümü tadacak.

Henry, Nostradamus'un uyarılarına aldırış etmeden Comtede Montgomery ile birlikte bir at üzerinde dövüş turnuvasına katılır. İki taraf da üzerinde aslan işlemeleri olan kalkanlar kullanmaktadırlar. Montgomery, Henry'den 6 yaş daha küçüktür.


Dövüşün sonlarına doğru, Montgomery mızrağını indirmekte geç kalır. Darbe sonunda kırılan mızrağın iki parçası, Henry'nin altın kaplama miğfer vizöründen içeri girerek başına saplanır. Bunlardan biri gözüne, diğeri de şakağına saplanmış, ikisi de beyine batmıştır. 10 gün boyunca acı çeken Henry öldüğü zaman, Nostradamus'un "zalimce ölüm" kehaneti de gerçekleşmiştir. 

Büyük Londra Yangını

Londra'dan, adaletli olanların kanı istenecek

66 yılında yandığında

2 Eylül 1666'da başlayan Londra yangını, 5 gün içinde şehrin büyük bölümünü kül etmiştir. Her ne kadar adaletli olanların kanı istense de, bu büyük yangında sadece 6 kişi ölmüştür. Bazı yorumcular, "adaletli olanların kanı" tabirinin bir çeviri hatası olduğunu söylemiş, bunu "adalet için kan istemek" ve "Kara Ölüm'ün artık hak ettiğini bulması" olarak yorumlamışlardır. Londra Yangını'nda bu hastalığı taşıyan milyonlarca fare ölmüş, şehir bu bakımdan temizlenmiştir. 

Fransız Devrimi

Nostradamus'un Fransız Devrimi ile ilgili birçok dörtlüğü bulunsa da, aşağıdakiler en belirgin öngörüleri içerenleridir:

"Köleleştirilmiş insanlar şarkı söylecek, taleplerde bulunacak

Prensler ve lordlar zindanlara hapsolacak

Kafasız aptallar tarafından da bunlar


İleride ilahi kelam olarak anılacak 
Savaş başlamadan önce büyük duvar yıkılacak,

Kral öldürülecek, ölümü bu kadar hızlı geldiği için insanlar yas tutacak

Muhafızlar kan içinde yüzecek

Sen Nehri'nin yakınlarındaki toprak kanla kaplanacak

14 Haziran 1789'da, insanlar, o zamanki monarşinin sembollerinden biri olan Bastille hapishanesine saldırdılar. Bu, hem bütün Avrupa'yı şok eden devrimin, hem de Sen Nehri kıyılarına kurulan giyotinin inip kalkmaya başlamasının başlangıcıdır. 

2. Dünya Savaşı ve Hitler

Nostradamus, Hitler'in doğrudan adını vermek yerine Hister ismini kullanmayı uygun bulmuştur. Hister, aynı zamanda, Hitler'in kıyılarında doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği Danube Nehri'nin Latince adıdır. Aşağıdaki dörtlüklerin 2. Dünya Savaşı ve Hitler ile ilgili olduğu üzerinde fikir birliği vardır:

Batı Avrupa'nın derinlerinde bir yerlerde

Fakir insanların bir çocuğu olacak

Konuşmaları ile milyonların aklını çelecek

Ve Doğu'nun İmparatorluğu'nda da beğenilecek. 

Bu dörtlüğün Hitler'in çocukluğunu, karizmatik ve etkileyici kişiliğini, son olarak da Almanya'nın Japonya ile kurduğu ittifakı ifade ettiğine inanılır.

Aç canavarlar nehirleri geçecek

Savaş alanındakilerin büyük bölümü Hister'e karşı gelecek

Büyük olan demir bir kafese sürüklenirken

Almanya'nın çocuğu hiçbir şey görmeyecek.
Bu dörtlüğün Hitler'in nehirleri aşıp çeşitli bölgeleri ele geçirmesi ama sonunda Müttefiklere yenilmesi anlamına geldiği düşünülür. 

Franco'nun Sürgünü

Franco, Castille'den çıkıp birliği terk edecek

Elçi isteklerini reddedip ayrılık yaratacak

Rivera'nın insanları çekişmenin içinde olacak

Ve körfeze girişi engelleyecek.

Bu dörtlük, İspanyol diktatör Franco ve ondan önce dikatötrlük rejimi kuran Rivera'ya işaret etmektedir. 1936'da, sol eğilimli cumhuriyetçi hükümet Franco'yu Kanarya Adaları'na sürgüne göndermiştir (ve körfeze girişini engellemiştir). Franco, milliyetçi hükümet darbesinden sonra İspanya'ya dönüp askeri cunta kurmuştur. 

Charles de Gaulle

Roma ve Annemark'ın Herkül kralı

Üç defa ünvanlandırılan de Gaulle yol gösterecek

İalya ve St. Mark'dan bazılarını titretecek

Herkes üzerinde yer alan ilk hükümdar olacak.

Charles de Gaulle, ilk önce Özgür Fransız Kuvvetleri'nin lideri, daha sonra da 2. Dünya savaşı sonrasında kurulan geçici hükümetin ve bunu takip eden 5. Fransız Cumhuriyeti'nin ilk başkanı olmuştur (üç defa ünvanlandırılan de Gaulle). 

Kennedy suikastı

Eski bir iş sonunda yapılacak,

Çatıdan gelen şey ile büyük adam harap olacak

Bu işten, zaten ölü olan bir masumu sorumlu tutacaklar

Asıl suçlu sisli çalılıklarda saklanacak. 
Buradaki "eski iş"in, 2. Dünya Savaşı'nda Naziler'e yardımcı olan Joseph Kennedy'yi 'lanetleyen' Yahudiler'in işi olduğu yorumlanır. Bazıları ise, Sezar ve Brütüs örneğinde olduğu gibi, John F. Kennedy'nin ihanete uğraması olarak yorumlar.

Bir diğer yorum da, suikastte Farmasonlar'ın parmağı olduğudur. Ancak, o zamanlar aleyhlerine karalama kampanyası yürütülen Farmasonlar'ın bu işe de bulaştırılması gerçek olmaktan daha çok bir iftira olarak görülmüştür. 

Kennedy suikasti ile ilgili söylentiler, Kennedy'yi öldüren kurşunun Lee Harvey Oswald'ın silahindan çıkmadığı yönündedir. Zaten bazı görgü tanıklarının söylediğine göre, Kennedy'ye, üzerinde ot bitmiş küçük bir tepeden ateş edilmiştir.

Lee Harvey Oswald da, polis istasyonundan hapishaneye taşınacağı sırada yine Kennedy gibi suikaste uğramıştır. 

Büyük insan o gün bir yıldırımla vurulacak,

Bu kötülük öngörülüp yazılı olarak bildirilecek

Öngörüye göre bir diğeri de gece vakti ölecek 

16 Şubat 2020 Pazar

Halep Kalesine Türk Bayrağı Çekilmesi


Halep kalesine Türk bayrağı çekilmesi hadisesi bir çok kaynakta sıradan bir olay gibi gözükse de olayın arkasında tarihsel bir derinlik bulunmakta.

Kimilerine göre bugün işgal ettiğimiz iddia edilen Suriye topraklarında 6 Milyon Türk yaşamaktadır. Ülkenin Nüfusunun toplamının 20 Milyon olduğu göz önüne alındığında aslında işgale değilde soydaşlarımıza yardım etmek için orada olduğumuz ve oranın 600 yıldan fazladır Türk toprağı olduğunun da hatırlatılması amacını içerdiği bariz ortadadır. 


Planlı bir şekilde orta doğu coğrafyası içerisinde bulunan Türkler, bilinçli bir şekilde mezhepsel olarak bir birlerinden kopartılmış durumdadır. İngilizlerin yetiştirdiği ve Osmanlı imparatorluğunu sırtından vuran Arap aşiretlerine pay ettiği ülkeler içerisinde de Türkler her zaman ikinci sınıf insan muamelesi olarak görülmektedir.

Suriye de bu ülkelerden biridir. Ülke içerisinde yaşayan Türk asıllı bireyler iyi eğitimli olmalarına karşın hiç bir devlet görevi alamazlar. Üst düzey işler yapamazlar. Örneğin doktor olarak yetişmiş bir birey ancak çiftçilik yapabilir. Bu birikim ve baskıların eşiğinde ülkemizin de maalesef mezhepsel olarak dışladığı bu bireyler bölgede sıkışmış ve kalmıştır. Arap kültürü ile de entegre olmayan bu topluluklar öz Türklüğünü kaybetmemiştir.

O günlere geri dönecek olursak. Sadece 30 sene önce bir Türk devletinin tebaası olan Suriye halkı, eski günlerde ki refah ve adil yönetimi mukayese etmeye başladı. Hatay da ki refah ve eşit şartlarda ki yönetime de uzaktan da olsa akraba ilişkileri ile şahit oldu. Bu nedenle geçmişe dair yapmış olduğu hataları da mukayese ederek Türk devletine ilhak olma uyanışı tüm suriyeye yayıldı.


Dönemsel olarak bu çıkış ikinci dünya savaşına denk geldiği için hükümet tarafından kayıtsız bırakıldı. Zira o dönem içerisinde Suriyenin belirli bir bölgelerinin ilhakı sıcak denizlere inme düşüncesi bulunan Rusyayı ülkemize karşı kışkırtacak bir girişim olabilirdi. Daha sonra arap israil savaşı da bölgede etkinliğimizi kısıtladı. Bu denge politikası güdüldükten sonra artan talepler neticesinde soviyet rusyanın yıkılması fırsat olarak görülüp durum değerlendilebilirdi. Bu dönem içerisinde oluşan terör sorunları da bu konuya eğilmemizi olanaksız kıldı. 1998 yılına gelindiğinde işin şekli tamamen değişti. Fakat bu sefer de araya libya ve mısır girerek denge politikasının sürmesi sağlandı.

Bu konu hakkında geniş bir çalışma çok yakında burada olacak...



1967 Arap-İsrail Savaşı


1967 Arap-İsrail Savaşı

İsrail ile komşuları arasında savaş çıktı. Bu savaş sadece 6 gün sürdü ama etkileri bugüne kadar devam etti.1948 yılının sonunda Arap komşuları yeni kurulan İsrail devletini yok etmek için bir harekat başlattılar ve yenildiler. Mısır ordusu yenildi fakat "Felluce Cebi" diye anılan bölgede kuşatılan Mısır birlikleri teslim olmayı reddetti.Bir grup genç Mısırlı ve İsrailli subay bu kilitlenmeye son vermek için görüşmeler yaptılar. Bunlar arasında daha 26 yaşında İsrail'in güney cephesi harekatının başına getirilmiş olan İzak Rabin ve 30 yaşında bir Mısırlı binbaşı, Cemal Abdül Nasır da vardı.

Nazilerin Avrupa'da 6 milyon Yahudiyi katletmesinden sadece bir kaç yıl sonra, Yahudilerin "kutsal topraklarda" bir devlet kurma rüyası gerçek olmuştu.Filistinliler ise 1948'i "El Nakba" yani "Felaket" diye anar. Çünkü İsrail'in kuruluşu ile 750 bin Filistinli, topraklarından, evlerinden kaçmak zorunda bırakıldı ya da sürüldü ve bir daha geri gelmelerine asla izin verilmedi.Siyasetçilere güvenini kaybeden ihanete uğramış hisseden subaylar iktidara gözünü dikti. Suriye'de sürekli darbe oluyordu. Savaştan dört yıl sonra Cemal Abdül Nasır'ın başında olduğu bir grup genç subay da Mısır'da Kral Faruk'u devirerek yönetime el koydu.1956'da Nasır, Mısır Cumhurbaşkanı oldu. Aynı yıl Süveyş krizinde İngiltere Fransa ve İsrail'e meydan okuyarak Arap dünyasının ulusal kahramanı haline geldi.İsrail'de ise İzak Rabin orduda kaldı ve 1967 yılında genel kurmay başkanı oldu.


Araplar yenilginin acısını atlatamıyordu, İsrail ise komşularının onu yok etmek için birleştiğini hiç unutmadı. İki taraf da yeni bir savaşın er ya da geç kaçınılmaz olduğunu biliyordu.
Kötü komşular. İsrail ve Arap komşularının birbirinden nefret etmek ve karşılıklı kuşkulanmak için bol bol sebepleri vardı. Fakat 1950'ler ve 60'ların Soğuk Savaş ortamı bu nefret ve kuşkuları iyice besledi.Sovyetler Birliği Mısır'ı modern bir hava gücüyle donattı. İsrail ABD ile yakınlaşmış fakat henüz ABD'den en büyük askeri yardımı alan ülke olmamıştı. 1960'larda İsrail Fransa'dan savaş uçağı ve İngiltere'den tank da aldı.1948'den sonra İsrail, "kendisini istemeyen komşular" arasında yaşamanın dezavantajına karşı savunmasını güçlendirmek için müthiş bir çaba gösterdi. Ayrıca dışardan 1 milyonu aşkın Yahudi göçmen çekti ve askerlik hizmeti yapacak vatandaşlarının sayısını iyice artırdı.İsrail büyük bir hızla esnek ve ölümcül bir askeri güç inşa etmiş ve 1967'de kendi nükleer silahını üretmeye de epey yaklaşmıştı. Branice lakapları Sabra yani "Kaynana Dili" olan doğma büyüme Orta Doğu'lu İsrailliler, diyaspora Yahudilerinin yaptığını düşündükleri hataları tekrarlamamaya yeminliydiler. Bu da her zaman kendini savunmaya hazır olmak ve bazen de ilk vuruşu yapmak demekti.

Rabin İsrail'in silahlı kuvvetlerinin gücüne güveniyordu.İsrail'in tek bir yenilgiyi bile kaldıramıyacağı inancı temelinde, ordunun misyonu, girdiği her savaşı kazanmaktı.Mısır ve müttefiki Suriye'nin silahlı kuvvetleri ise hem daha az eğitimli hem fazlaca şişirilmiş hem de 1956 Süveyş krizinde elde edilen politik zaferden önce İsrail karşısında alınan ağır askeri yenilgiyi çoktan unutmuştu.Nasır Arap dünyasını birleştirecek bir ulusal hareket oluşturmaya ve bu sayede İsrail'den öç almaya odaklanmıştı. Mısır genel kurmay başkanlığına yakın müttefiki Mareşal Abdül Hekim Emir'i getirdi.


Mısır, İsrail gibi varlığının temelinde güvensizlik bulunmayan köklü bir devletti.Genel Kurmay Başkanı Emir'in en önemli görevi, subayları kontrol altında tutmak ve darbe girişimlerini engellemek yoluyla ordunun Nasır yönetimine sadakatini sağlamaktı. Bunu da iyi yapıyordu. Mısır ordusunun savaştaki gücü öncelik sıralamasında en önde değildi.1967'ye gelindiğinde Mısır, bir anlamda kendi Vietnam'ı haline gelen Yemen'deki savaşın içine batmıştı ve iyi savaşmıyordu. Fakat Nasır iç politik kaygılar yüzünden genel kurmay başkanlığına Emir'den daha iyi bir subayı da getiremiyordu.Suriye ordusu da aynı derecede iç politikaya odaklanmıştı ve Mısır gibi silah ve eğitim konusunda Sovyetler Birliği'ne bağımlıydı. Darbeler birbirini izledikçe ordu komutası da değişiyordu.Araplar bol bol birlik, sosyalizm ve ulusal değerlerden söz ediyorlardı ama gerçek hayatta paramparçaydılar.Suriye ve Mısır liderlikleri anbean Ürdün ve Suudi Arabistan kraliyet aileleri tarafından planlandığı iddia edilen darbe girişimlerinin kaygısıyla yaşıyorlardı. Krallıklar ise Suriye ve Mısır'daki popüler askeri yönetimlerin ülkelerinde de rejimi devirecek devrimlere ilham vermesinden kaygılıydı.



Ürdün Kralı Hüseyin, İngiltere ve ABD'nin yakın müttefikiydi. Ürdün 1948'deki savaştan bir şekilde kazanmış olarak çıkan tek Arap ülkesiydi aynı zamanda.Kral Hüseyin'in dedesi Kral abdullah'ın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin'deki Yahudi oluşumu ile gizli teması vardı. İngilizlerin planlandığı şekilde 1948'de bölgeden çekilmesi ardından Filistin topraklarını nasıl paylaşacaklarını konuşmuşlardı.1951'de bir Filistinli, Ürdün Kralı Abdullahı Kudüs'teki Mescid-i Aksa'da öldürdü. Gözlerinin önünde dedesi öldürülen 15 yaşındaki Prens Hüseyin ertesi gün silah taşımaya başladı. Bir yıl sonra da Ürdün Kralı olacaktı.1948 savaşından sonra Ürdün ve İsrail yakınlaştı yakınlaşmasına, ama barış yapacak kadar değil.


Hüseyin'in krallığı döneminde de Ürdün ile İsrail arasındaki gizli görüşmeler devam etti. Kral Hüseyin topraklarının çoğu çöl olan ve yerinden yurdundan olmuş büyük bir Filistin nüfusunu barındıran Ürdün'ün durumunun ne kadar hassas olduğunun farkındaydı.1967 savaşı Araplarla İsrail arasında yıllarca tırmanan gerginlikler ve sınır çatışmaları ardından patlak verdi.Mısır ve İsrail arasındaki sınır görece daha sakindi. En büyük gerginlik İsrail'in kuzeyde Suriye ile sınırındaydı. Bu sınırda sürekli toprak anlaşmazlığı ve Suriye'nin Şeria (Ürdün) nehrinin yatağını değiştirerek İsrail'in su şebekesine girmesini engelleme çabalarından dolayı sık sık çatışma yaşanıyordu.Suriye ayrıca İsrail'e akınlar düzenleyen Filistinli gerillaları barındırıyordu.İsrail ordusu hazırdı.Batılı güçler 1967'deki savaştan önce bu çatışmanın hangi tarafının daha güçlü olduğu konusunda hiç bir tereddüt taşımıyordu. ABD Genel Kurmay Başkanı o sıralarda "Önümüzdeki beş yıl içinde hiçbir Arap ittifakı askeri olarak İsrail ile başedemez" demişti.1967 yılında İsrail ordusu hakkında hazırladığı raporda İngiltere'nin Tel Aviv'deki savunma ateşesi, "komuta, eğitim, techizat ve güç bakımından İsrail ordusu savaşa her zamankinden daha hazır. İyi eğitilmiş, dayanıklı ve kendine güvenli İsrail askeri güçlü bir savaş azmine sahip ve ülkesini savunmak için seve seve savaşa gider" diyordu.




Sınırdaki çatışmalar gerginliği iyice kızıştırdı. Filistinli gerillalar sınırı aşınca İsrail onları "terörist" ilan etti ve en sert şekilde misilleme yapılması kararını aldı.1966 yılının Kasım ayında, İsrail bir mayın saldırısına misilleme olarak Ürdün işgali altında olan Filistin toprağı Batı Şeria'ya yönelik bir harekat başlattı ve Samua adlı köyü hedef aldı.İsrail harekatı Batı Şeria'daki Filistinliler arasında büyük tepki yarattı.Kral Hüseyin dehşet içinde kalmıştı. Amerikan haberalma örgütü CIA'ye İsrail ile üç yıldır gizli görüşmeler yürüttüğünü, İsrail'de temasta olduğu yetkililerin kendisine daha o sabah herhangi bir misilleme olmayacağına dair güvence verdiklerini anlattı.Amerikalılar ona hak verdiklerini söylediler ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Samua baskınını kınayan karar tasarısını desteklediler.Kral Hüseyin bu baskın sonrası Batı Şeria'da sıkıyönetim ilan etti. Tahtının tehlikede olduğuna ve öfkeli Filistinlilerin kendisini devirebileceğine iyice ikna olmuştu. Ordu içindeki Nasır sempatizanı subayların darbe girişiminde bulunmasından ve İsrail'in de bunu bahane ederek Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü ilhak etmesinden korkuyordu.



Kral Hüseyin, Orta Doğu'nun Haşimi soyundan krallarından, kuzeni ve dostu Irak Kralı Faysal'ın akıbetine uğramak istemiyordu. Faysal, 1958 yılında düzenlenen askeri darbe sırasında sarayının bahçesinde vurularak öldürülmüştü.Savaşa doğru adım adım...Savaşa giden tırmanış İsrail-Suriye sınırındaki sorunların alevlenmesiyle devam etti. Amerikalılar Ürdün'ün Filistin akınlarını durdurmak için elinden geleni yaptığına inanıyordu ama Suriyeliler konusunda aynı düşünmüyorlardı. Suriye, Filistinli gerillaları destekliyordu ve İsrail de tartışmalı sınırdaki toprak taleplerinde sert bir şekilde ısrar ediyor ve askersizleştirilmiş toprakları, zırhlı traktörler kullanarak tarıma açıyordu.Gerginlik 7 Nisan 1967'de doruk noktasına ulaştı ve İsrail ile Suriye arasında tam bir hava ve topçu savaşı yaşandı. İsrail Suriyelileri püskürttü.Ertesi sabah İngiliz diplomatların tanıklıklarına göre Kudüs'deki genç Filistinliler İsrail'in başarısı ve Arapların çaresizliğinin şaşkınlığı içindeydiler ve "Mısır nerede?" diye soruyorlardı. Nasır üzerinde sözlerine uygun eyleme geçme baskısı giderek artıyordu.

İsrail ise ulusal bir kutlama havasına girmişti. Fakat bazı tecrübeli devlet adamı ve askerler kaygılıydı. İsrail Parlamentosu Knesset'in koridorlarından birinde eski Genelkurmay Başkanı Moşe Dayan, eski Hava Kuvvetleri Komutanı ve o sırada Rabin'in baş yardımcısı konumundaki General Ezer Weizmann ile karşılaştığında ona "Delirdiniz mi siz? Ülkeyi savaşa götürüyorsunuz" dedi.Suriye ve desteklediği Filistinli gerillalar saldırılarını iyice artırırken, İsrail de her olaya aşırı tepki vererek durumu tırmandırdı.Sadece Suriye ve Mısır değil, İngiltere ve ABD'de İsrail'in daha büyük bir planın peşinde olduğu kanısındaydı.Abartılarak yazılmış bir ajans haberinde "üst düzey bir İsrailli yetkili"ye atıfla "Suriyeli teröristler İsrail içlerine yönelik sabotaj akınlarını sürdürürlerse, İsrail de Şam rejimini devirmek için sınırlı askeri harekata başvurur" dediği belirtiliyordu.Bahsedilen üst düzey yetkili İsrail askeri istihbaratının başı Tuğgeneral Aharon Yariv idi. Ama Yariv Şam rejiminin devrilmesinden sadece bir dizi uç ihtimalden biri olarak söz etmişti. Fakat ajansın haberi gerek Suriye gerek İsrail basınında gayet ciddiye alındı.Derken, Sovyetler Birliği'nin bir müdahalesi herşeyi değiştirdi. 13 Mayıs 1967'de Moskova, İsrail'in Suriye sınırına askeri yığınak yaptığı ve bir hafta içinde saldıracağı konusunda bir uyarı yolladı.

Sovyetler Birliği'nin patlamaya hazır durumun fitilini neden ateşlediği o zamandan bu yana tartışılagelir. İki İsrailli tarihçi İsabella Ginor ve Gideon Remez, Sovyetler Birliği'nin o dönemde krizi kasten kıskırttığını savunuyor. İki tarihçi, Sovyetlerin bunu o sırada sonuca çok yaklaşan İsrail nükleer silah projesini durdurmak için yaptığı ve gerekirse savaşa bizzat kendi güçlerini de göndermeye hazır olduğu görüşündeler.O sıralarda "orta düzeyde" bir Sovyet yetkilisi Amerikan istihbarat örgütü CIA'ye Sovyetler Birliği'nin, ABD'nin başını ağrıtmak için Arapları kışkırttığını söylemişti. O sırada Vietnam'da büyük sorunlar yaşayan ABD için Orta Doğu'da bir başka savaşla uğraşmak çok zor olacaktı.Sonuçta 1967 ortamında ne İsrail ne de Arap komşuları savaşmak için fazla bahane aradı. Yıllardır beklemekte oldukları krize dalmakta tereddüt etmediler.
Nasır'ın kumarı..

Sovyetler Birliği'nin yolladığı uyarıdan 24 saat sonra Mısır orduları başkomutanı Mareşal Emir, güçlerini alarma geçirdi.Harekatlar Komutanı Korgeneral Enver el Kadi, Genelkurmay Başkanı Emir'e, ordunun aralarında en seçkin birliklerin de bulunduğu yarıdan fazla gücünün Yemen'de olduğunu hatırlattı. İsrail'le savaşacak güç yoktu.Emir ise ona gerçek bir savaş olmayacağını, sadece İsrail'in Suriye'ye yönelik tehditlerine karşı bir güç gösterisi yapılacağını söyleyerek güvence vermeye çalıştı.İki gün sonra Mısır krize iyice batmıştı. Gazze-Mısır sınırında 1956'dan bu yana devriye gezen Birleşmiş Milletler barış gücü askerlerini sınır dışı edip, birliklerini Sina çölüne sürdü.

Suriye'ye odaklanmış olan İsrail ordusu başlangıçta Mısır konusunda çok daha sabırlı davrandı.

İsrail askeri haberalma örgütünün baş analisti Şlomo Gazit, Amerikalı diplomatlara, İsrail'in Mısır'ın düşmanca tutumu karşısında şaşırdığını söyledi. Fakat bu düşmanlık bir gösteriydi ve ancak Mısır, Tiran boğazını bloke ederek Kızıldeniz'deki Eylat limanını ablukaya alırsa ciddi sonuç yaratabilirdi.Nasır'ın radyo istasyonu olan "Arapların Sesi" anlamındaki Sawt el Arab'ın yayınları Orta Doğu'daki savaş havasını daha da tırmandırıyordu.Kahire'den bütün Orta Doğu'ya yayın yapan bu radyo Nasır'ın dış politikasının önemli bir aracıydı.İsrail, Nasır'ın BM barış gücünü sınır dışı edip sınıra asker yığmasına tepki vermeyince Nasır el yükseltti.22 Mayıs'da Kızıldeniz'in girişindeki Tiran boğazından İsrail gemilerinin geçişini yasaklayarak fiilen İsrail'in Eylat limanına 1956 yılından itibaren kaldırmış olduğu ablukayı yeniden uygulamaya başladı.Sina çölündeki bir hava üssünde konuşan Nasır "Eğer İsrail bizi savaşla tehdit ediyorsa, ona 'hodri meydan' diyoruz" dedi. Fotoğraflarında çevresini saran genç ve hevesli pilotlarla Nasır gayet neşeli görünüyordu.

Nasır'ın yaymayı hedeflediği imaj hızla dünyaya yayıldı. Çevresi modern bir savaş gücünün sembolü jet pilotlarıyla çevrilmiş olan Arapların lideri Nasır, Yahudilerin devletine meydan okuyordu. Nasır aştığı dev eşiğin etkisiyle olsa gerek neredeyse bir çocuk gibi heyecanlı görünüyordu.Amerikalılar Kahire'den duyurulan bu açıklamaya tam 42 dakika sonra tepki verdi. Krizden kaçınılırsa ABD Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey'in Kahire'yi ziyaret edebileceğini açıkladılar. Başkan Lyndon Johnson çok öfkeliydi.BM Genel Sekreteri U Thant, Nasır'ın son açıklaması sırasında barış görüşmeleri için Kahire'ye uçuyordu.Nasır daha önce ABD ve Sovyetler Birliği'ne verdiği sözü tekrarladı: İlk kurşunu Mısır sıkmayacaktı.Fakat U Thant karamsardı. Eylat'a yönelik abluka kalkmazsa savaşın kaçınılmaz göründüğünü söyledi.

Vurma baskısı...

Nasır'ın Kızıldeniz girişini ablukaya almasından bir gün sonra İsrail Başbakanı Levi Eşkol ve kabinesi silahlı kuvvetlerin teyakkuza geçirilmesi emrini verdi. 48 saat içinde 250 bin asker hazır olacaktı. Zorunlu askerliğin yanısıra bütün İsrailli erkekler yedek kuvvet olarak silah altına alınabiliyordu.İki gün içinde 50 yaşın altındaki İsrail erkek nüfusunun büyük çoğunluğu bir tür askeri üniforma giyinmişti.Genelkurmay Başkanı İzak Rabin baskı altındaydı. Bütün askeri değerlendirmeler aksini göstermesine karşın, İsrail'i bir felakete götürdüğü duygusu içindeydi. Paketlerce sigara tüketiyordu ve bir bunalım geçirerek hastalandı. Yaklaşık 24 saat uyuduktan sonra işinin başına döndü.Uluslararası diplomasi krizi kapsamlı bir savaşa dönüşmeden çözmeyi denedi. İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban, Başkan Johnson ile acil bir görüşme yapmak üzere Washington'a gitti.1956'da İsrail, İngiltere ve Fransa ile yaptığı gizli anlaşma gereğince Mısır'a saldırmıştı. Amerikalılar bu olayda İsrail'i "saldırgan" olarak damgalayarak işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorlamıştı. Bu kez Eban, Başkan Johnson'dan İsrail'in savaşa girmesine onay almak amacındaydı.

ABD Başkanı İsrail'i ilk ateşi açan ülke olmamak konusunda uyardı. Johnson, Eban'a Mısır konusunda kaygılanmamasını söyledi. Mısır'ın öyle hemen saldırma niyeti yoktu ve saldırsalar bile "İsrail onları çevire çevire dövebilir"di.Johnson ayrıca Tiran boğazı ablukasını kaldırtmak için uğraşacağının işaretlerini verdi. Belki çok uluslu bir deniz gücü oluşturmak gerekecekti ama biraz zamana ihtiyacı vardı.Abba Eban, İsrail'in Amerikalıların ritmine ayak uydurması gerektiğini düşünüyordu fakat ordu teyakkuzdaydı ve generaller sıkıntılıydı.Askerler Eban'dan hoşlanmıyordu. Tarzını seçkinci ve abartılı buluyorlardı.İsrail kabinesi 28 Mayıs günü, herhangi bir şey yapmadan önce iki hafta bekleme kararı aldığında generaller müthiş öfkelendi. Onlar açısından olay Tiran boğazı meselesi değildi. Büyük resim önemliydi.

Nasır bütün Arap dünyasını onlara karşı birleştiriyordu. Sina çölüne birlikler sevketmişti ve açıkça İsrail'in sınırlarını tehdit ediyordu.Ürdün'ün açmazı...Nasır 1956'dan bu yana Arap dünyasının tartışmasız lideriydi. Şimdi, nefret edilen İsrail'e "hodri meydan" diyordu. Bu onun Arap siyasetindeki lider pozisiyonunu daha da güçlendirdi.28 Mayıs'da Kahire'de yabancı gazetecilerin katıldığı bir basın toplantısı yaptı ve Sina ile Tiran boğazındaki krizi, İsrail'in Filistinlilere yönelik "saldırganlığı"na bağladı.İsrail'in 1948'de Filistinlileri topraklarından sürdüğünü bu yüzden İsrail ile bir arada yaşamanın mümkün olamayacağını söyledi. İsrail ayrıca "Şam'a yürüme, Suriye'yi işgal etme ve bir Arap rejimini devirme" tehditleriyle de, başına gelecekleri çoktan hakediyordu ona göre.

Nasır'ın kendine güvenli tutumu Ürdün Kralı Hüseyin'i köşeye sıkıştırdı. Hüseyin Nasır'a güvenmiyordu. Yakın dostluk geliştirdiği Amman'daki CIA büro şefi Jack O'Connel'a, İsrail'in stratejik hedefinin Batı Şeria'yı ele geçirmek olduğunu söyledi. Ama Kral Hüseyin'in çevresindeki subaylar Nasır ile daha yakın işbirliği için baskı yapıyorlardı.Kral Hüseyin, ayakta kalabilmenin önemine inandığından sonunda Nasır'la bir uzlaşmaya gitmeye karar verdi. Eğer savaşın dışında kalırsa, ülkesinde yaşayan Filistinlilerin ayaklanabileceğini ve rejimi çökertebileceklerini düşündü. Diğer yandan savaşa girerse, Mısır'ın sağlayacağı hava desteği İsrail'in Batı Şeria'ya doğru ilerleyişini geciktirebilir ve o arada Birleşmiş Milletler bir ateşkes için araya girebilirdi.30 Mayıs tarihinde Kral Hüseyin Kahire'ye uçtu ve Nasır'la savunma anlaşmasını imzaladı. Amman'a döndüğünde kendisini karşılayan çoşkulu dev kalabalık Mercedes arabasını omuzlara alarak saraya kadar taşımak istediler.


Ama bu sevgi gösterisi Kral Hüseyin'in başını döndürmedi çünkü kalabalıkların sevgisini Nasır'ın onayına borçlu olduğunun farkındaydı.Hüseyin daha sonra tarihçi Avi Shlaim'e şöyle demişti: "Savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyordum. Kaybedeceğimizi biliyordum. Ürdün olarak tehdit altında olduğumuzu biliyordum. İki tehdit altındaydık. Ya o gün yaptığımız gibi savaşa girecektik ya da girmeyecektik, ama o zaman da ülke kendi kendisini parçalayacaktı."
Korku ve tehditler

Eğer kendi seçtikleri koşullarda savaşabilirlerse İsrailli generaller tam bir zafer kazanabileceklerinden kuşku duymuyorlardı. Fakat sıkı askeri sansür bu görüşlerin duyulmaması anlamına geliyordu.Buna karşılık Arap radyolarının seslendirdiği tehditler her gün İsrail basınındaydı. Soykırımın son buluşundan sadece 22 yıl sonra yaşanan bu ortamda Arap propagandası İsrail kamuoyu üzerinde derin etki bıraktı.Ülkeyi büyük bir karamsarlık sarmıştı. İnsanlar kendilerini kara mizaha vurmuştu: "Savaştan sonra görüşürüz. Nerede? Telefonda" gibi şakalar savaştan pek kurtulan olmayacağı ruh halini yansıtıyordu.Hükümet tabut stoku yaptırıyor, hahamlar parkları olağanüstü hal mezarlık alanı olarak ilan ediyor, onbinlerce litre kan bağışı yapılıyordu.28 Mayıs günü Başbakan Levi Eşkol'un radyoda yaptığı konuşma da endişeleri derinleştirdi. Başbakan kekeliyor, laflarını birbirine karıştırıyordu.

Konuşma sonrasında yapılan toplantıda generaller Başbakan'ı sert şekilde eleştirdiler.Komutanlarla hükümet arasında ciddi bir gerilim doğmuştu. Askerler hükümeti Nazilere karşı mücadele etmeyen "pasif Avrupa Yahudilerine" benzeten yorumlar yaptılar.Filistin'de doğup büyümemiş Başbakan Eşkol bu yorumların odağındaki diyaspora Yahudisi tiplemesini sembolize ediyor gibiydi.Birçok İsrail Başbakanı gibi Eşkol aynı zamanda Savunma Bakanı idi. Bu görevi İsrail'in savaş kahramanlarından biri olan eski asker Moşe Dayan'a bırakmak zorunda kaldı.Dayan 1956'da bir Kibbutz'da (Yahudilerin oluşturduğu kolektif çiftlikler) öldürülen bir Yahudi'nin cenazesinde hayat felsefesini şöyle özetlemişti: "Bizim kuşağımızın kaderi budur. Her zaman silahlı ve hazır, güçlü ve kararlı olmamız gerekiyor. Çünkü silahımız elimizden alınırsa hepimiz öleceğiz"
Savaştan hemen önce

Nasır riskli bir kumar oynuyordu. Mısır'ın modern bir hava gücü olsa da kara kuvvetleri zayıftı. Mısırlı generaller Nasır'ın kendilerini felaketle sonuçlanabilecek bir savaşın eşiğine getirdiğinin farkındaydılar.Krizi yatıştırmak için uluslararası hamleler başarılı olamamıştı. ABD ve İngiltere'nin geliştirdiği tek fikir bir uluslararası deniz gücü oluşturup Mısır'ı Kızıldeniz'in girişindeki ablukayı kaldırmaya zorlamaktı.Fakat ABD ve İngiltere donanma komutanları bu fikirden hiç hoşlanmamıştı. İşe yaramayacağını düşünüyorlardı. Sonuçta Nasır'a yeni bir zafer daha kazandırma ihtimali vardı.2 Haziran Cuma günü İsrail'in generalleri, İsrail hükümetinin savunma komisyonunda savaşa girme konusundaki tezlerini net bir şekilde sundular. Politikacılara Mısır'ı püskürtebileceklerini ama beklerlerse bunun zorlaşacağını anlattılar.Birkaç gün önce İsrail'in gizli istihbarat örgütü Mossad'ın başkanı Meir Amit sahte bir pasaportla ve kılık değiştirerek Washington'a gitmişti. Savaş konusunda daha fazla beklemek istemiyordu. Ekonominin tamamen felç olabileceğinden korkuyordu çünkü 50 yaşın altındaki bütün erkekler silah altına alınmıştı.

Amit, ABD Savunma Bakanı Robert McNamara ile görüştü ve O'na, hükümete savaşa girmeyi tavsiye edeceğini söyledi.Şöyle devam etti: "McNamara sadece iki soru sordu. 'Ne kadar sürer?' Bir hafta süreceğini söyledim. 'Ne kadar can kaybı olur?' Bağımsızlık savaşından daha az olacağını söyledim. O zaman 6 bin kayıp vermiştik. McNamara 'Seni açık ve net bir şekilde anladım' dedi"

ABD yeşil ışık yakmıştı. Kendilerine İsrail'in savaşa gideceği söylenmişti ve onlar bunu durdurmak için bir girişimde bulunmamışlardı.Amit, İsrail'e beraberinde Washington büyükelçisi Abe Harman ile beraber döndü. Uçak gaz maskeleriyle doluydu.Tel Aviv'e 3 Haziran Cumartesi günü indiler. Bir otomobil onları Başbakan Eşkol'un konutuna götürdü. Burada savunmayla ilgili bakanlar ve Başbakan onu bekliyordu.Amit hemen savaşa girmeyi önerdi. Harman bir hafta kadar daha beklemeyi önerdi. Savunma Bakanı Moşe Dayan karşı çıktı. "Yedi ila dokuz gün daha beklersek binlerce kişi ölecek. Beklemek mantıklı değil. Gelin ilk hamleyi yapalım, sonra siyasi yanına bakarız."

Toplantıda hazır bulunanlar karardan emindi artık. İsrail savaşa gidiyordu. Sabah karar kabine tarafından onaylandı.Mısır'da Nasır, İsrail'in 4 ya da 5 Haziran'da vuracağını tahmin ediyordu.Irak'da zırhlı bir tümenin Ürdün Vadisi ve İsrail yönüne doğru ilerlediğini biliyor bunun İsrail'i oyalayacağını düşünüyordu.
Sürpriz saldırı

5 Haziran sabah 07.40'da Ezer Weizman, Tel Aviv'deki Savunma Bakanlığı içindeki Hava Kuvvetleri Komuta Merkezi'nde gergin bir bekleyiş içindeydi.İsrail'in savaş planı, sürpriz bir saldırıya dayalıydı. Odak Operasyonu adı verilen hava saldırısında Arap hava gücü havalanamadan, yerde imha edilecek ve saldırı Mısır'dan başlayacaktı.Yıllarca buna hazırlanmışlardı ve işte ilk hava akını başlamak üzereydi.Mısır ve diğer Arap ordularının aksine İsrail ordusu, ödevine iyi çalışmıştı. Yıllar içinde yüzlerce keşif uçuşu yaparak Mısır, Ürdün ve Suriye'deki her hava üssünü ve kapasitesini net şekilde tespit etmişlerdi. Pilotların elinde her birinin planını, parolalarını ve savunma potansiyelini içeren hedef kitapçıkları vardı. Radyo dinlemeleri sayesinde önde gelen Arap komutanların seslerini tanıyabilecekleri bir dosya bile hazırlamışlardı.Saldırı çok başarılı oldu. Mareşal Emir ve Mısır ordusunun komuta kademesi Sina yarımadasındaki Bir Tamada hava üssünde toplantıdaydılar. İlk dalga İsrail savaş uçakları bombardımana başladığında toplantıya yeni başlıyorlardı. Generallerden biri o kadar şaşırmıştı ki aklına gelen ilk olasılık İsrail saldırısı değil ordu içinde bir darbe girişimi oldu.

Emir'in uçağı havalanmayı başardı ama bütün Mısır hava üsleri aynı anda saldırıya uğradığından bir süre inecek yer bulamadı.Tel Aviv'de Hava Kuvvetleri Komutanı Ezer Weizman sevinç içindeydi. Saldırılar umduğundan daha iyi gitmişti. Düşmanı tamamen hazırlıksız yakalamışlardı. Telefonda karısına "Savaşı kazandık" dedi.O gün İsrail, Ürdün ve Suriye hava kuvvetlerinin de büyük kısmını imha etti. Artık İsrail hava kontrolünü tamamen ele geçirmişti ve savaşın gidişi belli olmuştu.İsrail Ürdün Kralı Hüseyin'i savaşa girmemesi konusunda uyarmıştı. Ama o kararını vermişti ve Ürdün'ün etkili ordusunu başarısız bir Mısırlı generalin komutasına vermişti.Öğlen olmadan Kudüs'de çarpışmalar başladı. Ürdünlüler ateş açtılar. Kral Hüseyin, İsrail'in 1966'da söz vermesine rağmen Sauma köyüne yaptığı baskını unutmamıştı ve İsrail'in sözüne sadık kalmayacağını düşünüyordu. Savaşa girmezse tahtını kaybedeceğine inanmıştı.

Daha güneyde İsrail kara güçleri Sina çölüne girdiler ve üç koldan hızla ilerlemeye başladılar. Mısır ordusu bu ilerleyişe kahramanca bir direnişle karşılık verdi fakat esneklik ve sürat konusunda İsrail ordusu kadar eğitimli değillerdi.Kahire'deki Genelkurmay karargahında komutanları giderek büyüyen bir panik sarıyordu. General Selahaddin Hadidi koltuğuna çökmüş savaşın yarı yarıya kaybedildiğini düşünüyordu.Fakat sokaklarda bambaşka bir hava vardı. Kalabalıklar sokağa dökülmü kutlamalara girişmişlerdi. Arap radyolarını dinliyorlar ve savaşın kazanıldığını zannediyorlardı.Akşam 20.17'de Arapların Sesi radyosu 86 İsrail uçağının imha edildiğini ve Mısır tanklarının İsrail topraklarına girdiğini duyuruyordu. Oysa Sina cephesindeki komuta merkezinde aynı radyoyu dinleyen General Abdül Gani Gamasi, haberlerle gerçek arasındaki fark karşısında dehşete kapılmıştı.

Gerçek yenilgi haberlerini almış olan Nasır ve Emir villalarına çekildiler.

Daha sonra cumhurbaşkanı olduğunda İsrail ile barış anlaşması yapan ve bu yüzden kendi muhafızları tarafından öldürülen Enver Sedat, daha sonra, o akşam Kahire sokaklarında uzun uzun yürüdüğünü ve Nasırcıların hala sokaklarda hayali bir zaferin kutlamasını yaptıklarını izlediğini anlatmıştı.

Yeni bir durum

Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını durdurmasını izleyen beş günde İsrail, Gazze Şeridi'ni, ve Sina yarımadasını Mısır'dan, Golan tepelerini de Suriye'den ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs'ü de Ürdün'den almıştı. 1948 boyutlarında olmasa da çok sayıda Filistinli yine topraklarından sürüldü, kaçmak zorunda kaldı ya da öldürüldü.Nasır önce istifa etti ama milyonlarca insanın sokaklara çıkıp protesto gösterilerine girişmesi üzerine vazgeçti ve gizemli bir şekilde hayatını kaybettiği 1970 yılına kadar iktidarda kaldı. Ailesi Nasır'ın zehirlendiğinden emindi.Ürdün Kralı Hüseyin Doğu Kudüs'ü kaybetti fakat tahtını korudu. İsrail ile gizli diyaloğunu devam ettirdi ve 1994 yılında İsrail ile barış anlaşması yaptı.Suriye'yi yöneten askeri cuntanın mensubu Hava Kuvvetleri Komutanı Hafız Esad 1970 yılında iktidarı tek başına ele geçirdi. 2000 yılında öldüğünde oğlu Beşar onun yerini aldı.srail'de Başbakan Eşkol 1969 yılında kalp krizi geçirerek öldü. Dul eşi Miriam savaştan hemen önce Savunma Bakanlığı görevinden ayrılmaya zorlanışının acısını ölene kadar unutmadığını söylemişti.Eşkol'dan sonra başbakanlığa getirilen Golda Meir, 1973 yılında Mısır ve Suriye'nin sürpriz bir saldırıya hazırlandığı yolunda bir uyarı aldı. Fakat İsrail hala 1967'nin zafer sarhoşluğu içindeydi.İzleyen savaşta İsrail'i kurtaran ABD'nin kurduğu dev hava ikmal köprüsü oldu. Mısırlı siyasetçiler bu saldırıyla ulusal onuru kurtardıklarını düşündüler. Yeni Cumhurbaşkanı Enver Sedat İsrail ile barış anlaşması yaptı.

1967'den sonra Amerikalılar, İsrail'e yeni bir gözle bakmaya başladılar ve üç Arap ordusunu yenen bu genç devlete "aşık oldular".1967'nin etkilerini en çok İsrail ve Filistinliler hissetti. İsrail Filistin topraklarını işgalini başlattı ve yarım yüzyıl sonra da hala bu toprakları işgal ediyor. Ayrıca Doğu Kudüs ve Golan tepelerini ilhak etti. Bu hamleleri ise uluslararası kurumlar ve hukuk tarafından meşru sayılmıyor.Bugün haber izleyen herkese aşina gelen her şey; şiddet, işgal, yasa dışı yerleşimler ve Kudüs'ün ilhakı ve geleceği gibi bütün konular bu savaşlar tarafından şekillendi. İsrail işgalinin nasıl bir şekil alacağı hemen belli oldu, bunun yaratabileceği sorunlar konusundaki uyarılar kulak arkası edildi.

Savaşın sona ermesinden hemen sonra İsrail'in ilk başbakanı David Ben Gurion, zaferin baştan çıkarıcı etkilerine karşı uyarıda bulundu. İsrail solunun düşünce kuruluşu Beit Berl'de yaptığı konuşmada, işgal edilen Filistin topraklarında kalmanın Yahudi devletini bozacağını hatta yok oluşa götürebileceğini söyledi. İsrail'in Kudüs'ü elinde tutması gerektiğini, ama geri kalan Filistin topraklarının, bir barış anlaşması olsun ya da olmasın Araplara geri verilmesi gerektiğini savundu.Dışişleri Bakanı Abba Eban da İsrail'in Golan tepelerinden Süveyş'e kadar uzanan yeni haritasını "barışın garantisi değil ama zamansız bir savaşın davetiyesi" olarak nitelemişti.Fakat İsrail kamuoyundaki hava bütün temkinli olma tavsiyelerini ve uyarılarını hızla ve sert bir şekilde etkisiz kıldı. Bir hafta içinde İsrail halkı derin bir umutsuzluktan zafer sarhoşluğuna geçmişti.Dindar Yahudiler zaferin onlara Tanrı tarafından bahşedilmiş bir mucize olduğuna inandılar. Laik İsrailliler de anın heyecanına kapılmıştı.

Bunu işgal edilen toprakların da Yahudi halkına Tanrının bir hediyesi olduğu ve bırakılamayacağı düşüncesi izledi.Ama tabi bu topraklarda yaşayan ve bir kısmı da sürülen Filistinliler için bu kabul edilebilir bir mantık değil.Ayrıca onlar da Doğu Kudüs'deki kutsal yerlerin korunmasının kendilerine düştüğüne inanıyor.Bazı İsrailliler barış karşılığında işgal topraklarının bir kısmının geri verilebileceğini düşünse de genişletilerek ilhak edilen Doğu Kudüs'ün bırakılmasını kabul etmiyorlar.O yıl Ağustos sonunda yapılan Hartum zirvesinde Arap liderlerin kendilerini küçük düşüren İsrail ile anlaşmaya hiç niyeti yoktu. "Müzakere yok, tanıma yok, barış yok" dediler.İlginç olan 1967'nin Filistin ulusal hareketinin de doğuşunu tetiklemesidir. Daha önce Nasır'ın denetimindeki bir örgütlenme olan Filistin Kurtuluş Örgütü, 1967'den sonra Yaser Arafat ve onun oluşturduğu El Fetih grubunun yönetimine geçti.1968 yılında El Fetih'in sadece üç ay içinde yaptığı onlarca sınır saldırısı ve vur kaç eyleminden sonra İsrail, Ürdün'deki Kerime mülteci kampındaki El Fetih karargahına bir misilleme saldırısı gerçekleştirdi.

Kalıcı miras

1967 savaşı İsrail'i işgalci bir ülke haline getirdi. Savaşın en önemli sonucu da bu oldu. Bu deneyim hem İsrailliler hem de Filistinliler üzerinde yıkıcı bir etki yarattı.İsrail uluslararası hukuku hiçe sayarak işgal ettiği topraklara yeni Yahudi yerleşimleri inşa etmeyi sürdürüyor. Oysa uluslararası hukuk işgalci ülkelerin ellerinde tuttukları topraklara kendi halkını yerleştirmesini açık bir şekilde yasaklamakta.1967 savaşının Dışişleri Bakanı Abba Eban, Filistinlilerin, "bayrakları, onurları, gururları ve bağımsızlıklarından" vazgeçmeyeceklerini tahmin etmişti.Askeri işgal tanımı gereği baskıcı bir şeydir. İşgal, hem işgal edenler hem de işgale direnenler açısından insan hayatının değerini azaltan ve ve insana zulmeden bir kültür yarattı.1990'ların başlarında 1967 savaşının sonuçlarını geriye çevirmeye yönelik barış görüşmeleri başladı. 1993 yılında ABD Başkanı Bill Clinton'un arabuluculuğunda yapılan görüşmelerde artık başbakan olmuş olan İzak Rabin eski düşmanı Yaser Arafat ile Beyaz Saray'in çimenlerinde el sıkıştı.

Barış süreci daha baştan her iki taraf için de birçok açmaz içeriyordu. Fakat ellerindeki en iyi seçenek buydu.Aşırı sağcı İsrailliler ise barış sürecinden çok tedirgin oldular. Tanrı'nın Yahudi halkına bahşettiği toprakların sahibi olma rüyasının son bulacağını düşünüyorlardı. Rabin 1995'te Tel Aviv'de aşırı görüşlü bir Yahudi tarafından öldürüldü. Rabin, İsraillilerin güvenlikleri konusunda tamamen güvenebilecekleri bir isimdi. Barış sürecini anlatabilmesi mümkündü. Bu sebeple de öldürüldü.Barış süreci bir daha aynı şansı yakalayamadı. 1967'den 50 yıl sonra ABD Başkanı Trump kendisinden önceki birçok başkan gibi İsrail ve Filistinlileri barış masasına oturtmayı umuyor.1967'de yaşanan o 6 günlük savaş, bölgedeki halkların 50 yıldır hala barış içinde yaşayamaması sonucunu yarattı.Eğer kapsamlı görüşmeler gerçekleşebilirse, o masada, 1967 savaşında işgal ve kısmen de ilhak edilen toprakların kaderi de olmak zorunda.Bunların içinde en zorlusu da tartışmasız, dini, kültürel ve ulusal fay hatlarının kesiştiği yer olan kutsal topraklar ve onun kalbindeki Kudüs'ün kaderi olacak.

Music Player